KONDUNUN ARMUTLARI

Armut deyip geçmeyin siz, bendeki kelime karşılığını, bendeki çağrışımlarını bilemezsiniz. Beni ve benim gibi düşünen Karadenizliyi anlayamazsınız armut hususunda…
Türkülerimizde, hikayelerimizde “yayla” baştacıdır, “fındık”, “çay”, “karayemiş”, “kokulu kara üzüm”, “Trabzon hurması”, muşmul”, “kara incir” hakeza… “Hamsi”yle başlayıp “deniz”le biter çoğusu. Muhtevaysa “hasretlik”, “gurbetlik” “sevdaluk” üzerine… Bir de “armut” var, onu anlatacağım size…
Küçükken yaz tatillerinde yaylaya gönderirdi annem, çoğu anne öyle yapardı hattızatında.. “Tav”lanmaydı gaye, birkaç ay kalırdık orada. Bizim obamız yoktu yaylada; birkaç inek verirdik anneanneme, yaz boyu yaylalarda otlayıp tav alsın diye, üstüne de ben…

“Kospina hala” derlerdi, dedem Muhtarın Mustafa’nın hanımı anneanneme. Kodespana: maharetli acar demek, ordan mı gelir bu lakap, yoksa kosofina: küçük , ufak demekmiş, ordan mı gelir bilmem ama, bildiğim tanıdığım anneannem, ufak tefek bir kadındı, hamarattı, çalışkandı, hırslıydı, dini bütün, merhametliydi; dünya tatlısı bir melekti anneannem. Zekiydi, otoriterdi, tanıyan herkesin hürmetine mazhardı ve çokça dinlenirdi sözü. Küçücük yayla evinde 10dan fazla ineğin hizmetini yapar, yaz boyu her birinin yağını, peynirini ayrı ayrı kavranlarda biriktirir, mayıs ortasında çıktığı yaylasından eylül başında inerdi ömrünü adadığı yavrilarıyla… Sis, duman eksik olmazdı Ablayaras yaylasında. Bir gece ansızın çöker haftalarca kalırdı yoğurt misali. Alifinoz deresinden yukarı aldığında sis bulutu, bilirdik ki günlerce güneş haram bize. Gençler, çocuklar, toplanır hane hane gezer, kaymak, mısır unu toplardık, güneşin açmasına dua niyetine… “Allahtan güneş isteruk, hanımlardan kaymak isteruk, verenunki şad olsun, vermeyenunkine siçan düşsun” du tekerlememiz. Hep bir ağızdan söyler, bir baştan bir başa dolanırdık yaylayı.

Havizalilardan başlar, Çerkezlerden bitirirdik de topladıklarımızla bir güzel kuymak yapardık, perun başında. Yerdik afiyetle ve duamızı da ederdik ciddiyetle.. Ertesi güne pırıl pırıl bir havaya uyanırdık çoğu zaman, şükrederdik çocuk hissiyatımızla… Yirmi beş hanede, yirmiden fazla çocuk olurduk her yaz. Çoğu hayvanlarla ilgilenirdik cürmümüz yettiğince. Çobanın narasına göre her sabah kimi şinek tarafına, kimi öküzli tarafına dehler, nahıra katardık ineklerimizi. Hezekle ahpin taşırdık çayırlara, gübre niyetine. Tezek vururdu anneannem, odun taşırdı kadınlar, alifinoz ormanlarından; karşı giderdik… Sair zamanda camide olurduk, Kuran öğrenir, ilmuhal talim ederdik. Arta kalan vakit oyun vaktiydi. Seveho düzünde turnuvalarımız olurdu yaylalar arası, çoğu kavgayla biten… Yayla ırmağında(Irmak dediysem hendek irisi bir şey işte) taşlarla kukslarla bend oluşturur, bir güzel göl yapardık kendimize. (Göl dediysem, diz kapağına gelirdi en derin yeri işte) Kovodica (yani sarı semender) doluydu gölümüz. Zehirler, allerji yapardı mübarekte, sabahlara kadar uyutmazdı kaşıntıdan….

Kürdonun kamyonu, ya da Gurgurunki başverdi mi Şinek tepesinden, içimiz pır pır koşardık, karşılardık yol boyunda. Arkasına takılır, gelirdik pür neşe…
Perun başında indirir yolcuları, eşyaları, çuval çuval. Herkeste bir heyecan, gelene, gönderilene hasret. Benimse gözüm çuvallarda; dışından belli olur ya armut… Mevsimin meyvesiyle birlikte Armut gönderirler, yayla yerinde en mühim hediye… Tarifi imkansız bir duyguydu, o çuvalda armut görmek…

Kondu’da armut, ne karayemişe, ne kiraza, ne elmaya benzer. Ayrı bir kıymet arz eder bilemezsiniz. Hamile kadınlar armut aşerir, hasta ziyaretine iki çift armutla gidilir, hırçın çocuk armutla avutulurdu bizim oralarda. Babam değişik yöntemlerle(ya küpte suya koyarak, ya ifteriler arasında saklayarak) birkaç mevsim muhafaza ederdi cinsine göre armutları. Ölüm döşeğinde çok yaşlı hatırlarım, son arzusuna mukabil babamın getirdiği armutla irtihal eden…

Armut, her evin kapısında mutlaka, biri mevsimine göre ya yazbaşı, ya yaz ortası, bir diğeri yaz sonu olgunlaşan.
Her birinde ayrı bir lezzet, her birinin hikayesi başka armutlar… Kiraz armudu, ilk o meyve verir ardından sebekab (peltek se ile okuyunuz lütfen) . İlk olgunlaşmasından mütevellit, çokça çalınma hikayesine muhatap olmuştur her ikisi de… Bir gece vakti dalında yakalandığımızda “yeyun ama dallarini kırmayun” diyen de vardı, saatlerce sopayla kovalayanda..
Sonra Rosab, dedemin bir kapısında bu, diğerinde Sinab, diğer bahçelerde Zisinab, İstanbulab, Hanab.
Mezerede ve bir çok evin etrafında. Koloncisap, Koçinap, Hasanap, Mağurab, Frişin kapısında Vuderab, Limonab, Karahmetlerin Layinab, Rehimenin, Murgulab, Helitağanun kapısında Şekerab, Labloşunkinde Saharab, Kukarab, her bahçede bir başka lezzet. Her evin kapısında bir hayat…
Dahası var, Pişmiş armut, Kış armudu, Sarı armut, Karpuzab, Gümüşanab, Lazab, Şoromilab, Afantab ah ya Hececül, ya Ağarab…
“Ab”, su demek, hayat demek, bilirsiniz. Bizim armutlarımız, cinslerine göre, lezzetlerine göre, menşelerine göre almışlar isimlerini muhtemelen. Arkasını da “ab” ile süslemişler zaar.

Babam (r.a) cebinde meyve dallarını taşır, yol kenarında gördüğü yabani armutları bir güzel aşılardı, aş mevsiminde. Ne denk gelirse artık, İncesap, Eğrisap, Angurab, Şominab, Ganavab, Galandab, nadir de olsa kübab…

Şanslı çocuklardık biz, her birinden tatmışız zira. Kaçı kaldı bilmiyorum bu isimlerin, kaçından mahrum yeni nesil.

Ah siz bilemezsiniz Kondu’nun armutlarını…
Ekene, dikene, aşlayana bin rahmet, bin teşekkür.
Lezzetini, rayihasını, meyvesini verene şükür…
y.ş.y.(dörtmayısikibinyirmi)

içine gönderilmiş