DİNSİZ DİNCİ

Okul müdürü olduğum okulların birinde bir sabah, üç ya da dördüncü ders saatinde kapım çalındı, “geel” deyip buyur ettim. Üç yakışıklı evladım, ikinci sınıf öğrencisi… Saygıyla tazimle içeri girdiler, “müdürüm, hocam, bizim bir maruzatımız var” dedi biri. Gergindiler, huzursuzdular, hırslıydılar lakin kararlıydılar, fark ettim. “Buyurun, oturun bakalım. Belli ki, konunuz mühim” dedim. Oturdular, koltukların ucuna iliştiler. “Ne oldu, anlatın bakalım” dedim; hep bir ağızdan başladılar, sonra biri devam etti.

“Hocam, biz din dersi öğretmenimizden şikâyetçiyiz. Sene başından beri sabrettik, “lâ havle”.. dedik amma artık olmuyor, yürümüyor… Biz onu şikâyete geldik size.”

Şaşırdım, çocukları tanıyordum; saygılı, çalışkan ve hatta dini bütün çocuklardı, biliyordum. “Hay Allah, anlatın bakalım neler oluyor, nedir şikâyetiniz” dedim; devam etti çocuk:

“ Din Dersi hocamız, tecrübeli bilgili biri, lakin istisnasız her derste halifelere ve hilafet makamına, Osmanlıya ve padişahlara, hatta İslam’ın bütün değerlerine, kimi aşikâr, kimi üstü kapalı hakaret ediyor. Aşağılıyor her fırsatta; teknolojide ve sosyal hayatta geri kalmışlığımızı inancımıza bağlayıp rencide ediyor bizi. Acayip, anekdotlarla, hiç duymadığımız menkıbelerle dini alaya alıyor, laf aralarında bütün dinlerin üretilmiş olduğunu ima ediyor, toplumları uyuşturmak için bir afyon niteliğinde olduğunu söylüyor dinlerin… İnceden inceye kuşku düşürüyor aklımıza Allah’ın varlığı ve birliği konusunda. Öyle ki, o dersten çıktıktan sonra biz, çoğu teneffüste tartışır olduk onun söylediklerini. Kimi arkadaşımız, söylemlerinden etkilenmiş onun, zayıflamış inançları… Bütün bunları bilinçli yaptığını düşünüyoruz artık. Hırslandık, kinlendik ona karşı; sınıf içerisinde, arkadaşlar arasında ciddi huzursuzluk olmaya başladı. Muhtemelen girdiği diğer sınıflarda da aynı şeyleri yapıyordur bu… Hocam, durumu nasıl çözebileceğimizi bilemiyoruz bu yüzden konuyu size anlatmaya karar verdik. Durum bu cihette ve biz acilen çözüm istiyoruz. Gerekiyorsa okuldaki diğer iki din dersi öğretmeninden birini verin sınıfımıza”… Şaşkındım, tuhaftım…

Söz verdim, ilgileneceğime, teşekkür edip yolculadım gençleri…

Başmuavine haber saldım. Dersi olmadığı bir vakitte öğretmeni çağırmasını tembihledim…

Öğlen sonu geldi öğretmen. Buyur ettim, “hoş geldin” deyip oturttum, çay söyledim…

“Hele anlat bakalım, değerli hocam” diyerek konuya girdim. “Halifelerle, padişahlarla ne alıp veremediğin var, onlara düşmanlığın nerden gelir?. Bir din dersi öğretmeninin besmeleyle başlayıp Fatiha’yla bitirmesi gereken her dersinde, gençlerin manevi iştiyakını köreltecek, onları dininden, diyanetinden soğutacak hal üzere olmasının sebebi nedir?…

Anlat hocam, mükellef bir dünya hayatını tesis ve tanzim etmek üzere konulmuş bu derste ne öğretirsin sen. Müfredatında, genel ve özel amaçlarında “genç ve çocuklara ideal ahlakı, ilmuhali, (haram ve yasaklarla birlikte) ideal toplum kurallarını, bütün semavi ve batıl dinlerle birlikte İslam’ı da öğretip, kıyas ve muhasebe yapmasına fırsat vermek” olan bu derste ne edersin, ne anlatırsın sen”…

Yere baktı ben konuşurken, dinledi iyice. Sonra yüzüme baktı, “ben ilahiyatçı değilim, “Dinler Tarihi” bölümünü okudum ve din dersi öğretmeni olarak atandım, o kadar” dedi… Uzun uzun baktı tekrar, söyleyip söylememekte tereddüt ettiği cümle sonunda çıktı ağzından. “Ben Allah’a inanmıyorum ki … İnanmadığım şeyi, övmemi mi bekliyorsunuz benden?, ben bu dersin öğretmeniyim sadece ve hiçbir safsatası da beni bağlamıyor…” dedi… İlk şoku atlatmamla, “yeter hocam, uzatma konuyu” demem bir oldu…

Çok üzgündüm, çok şaşkın ve bitkindim. On beşinci yılını çalışmakta olan bu adam, inanmadığı bir manevi dünyanın mihmandarlığını yapmak üzere vazifelendirilmişti. Dini ve ahlâkı, bu adamın süzgecinden geçmiş haliyle tâlim etmek zorunda kalan bunca yavruya acıdım…

Bütün bildiğim mevzuat geçti gözüm önünden. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, MEB Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Atama yer Değiştirme Yönetmeliği, Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği… hepsini didikledim zihnimde…. Hiç biri, “Allah’ın varlığına, birliğine, emir ve yasaklarına, onun peygamberlerine, meleklerine, kitabına, imanı ve itikadı olmayan bu adamın “Din Dersi” öğretmenliğine mani değildi….

Tüm sakinliğimi muhafaza etmeye çalışarak devam ettim.: “Hocam, anladım ben seni, fazla söze lüzum yok… Sen bu branşın sadece işçisisin belli ki. Bu nedenle eğitici kimliğini alıyorum senden, devletimin bana verdiği yetkiyle… Sen, sadece öğretmen ol bundan böyle. Sadece ders kitabında yazılı konuları, orada yazıldığı şekliyle anlat çocuklara; ne bir eksik ne bir fazla… İçinden geçenlerin tümünü, yorum ve analizlerini de kendine sakla. Bundan böyle, müfredatta yazılı olmayan bir tek cümleni duymayacak kimse. Bundan böyle, bu hususta ciddi takip edeceğim seni bilesin. Ve ona göre muamele göreceksin benden… Ateist olmanı hoşgörüyle karşılayabilirdim, bu derse muttali ve bu dersin öğretimine talip olmayaydın. Şimdi git, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” kitaplarını da al ve git lütfen.”.. Gönderdim inançsız din dersi öğretmenini ve takip ettim yıl boyunca….

O, senenin sonunda tayin isteyip gitti bu şehirden, ben ise kalakaldım hayal kırıklığımla, şaşkınlığımla, çaresizliğimle…

Yusuf Şevki YÜCEL

(yirmibirşubatikibinyirmibir)

içine gönderilmiş