ÖĞRETMENİMİ KENDİM SEÇTİM

Sağı solu uçuran bir lodos eşliğinde, konuşa konuşa, halleşe halleşe yürüdük Ali amcayla. Siyah önlüğümle, gıcır gıcır beyaz yakalığımla filinta gibiydim doğrusu. Saçlarım sıfırdı önlüğüm sıfır, kara lastiklerim sıfır… Altı kilometrelik yol boyunca yüzlerce soru sordum Ali amcaya; kimine güldü, kimine adam akıllı cevap verdi, kimini “gidince anlarsın” deyip geçiştirdi…

Okulların açılışının üçüncü günüydü, benimse ilk günüm olacaktı. Komşumuzdu Ali amca, naifti, merhametliydi, altın kalpliydi bildiğin… Çocukları olmamıştı, kardeşi İbrahimin de öyle. Bu yüzden çok severdi bizi, çok severdi tüm çocukları; belki de bu yüzden hademeydi kim bilir?…

Dernek pazarı ilkokulu birinci sınıf öğrencisi ben, sabahın yedisinde, önce Allaha emanettim, sonra müstahdem Ali amcaya. Kâh elimden tutup yanında yürütüyordu, kâh önünden, kâh ardından koşuşturuyordum ya, hiç susmuyordum, her adımda bir sorum vardı. Heyecanlıydım, kaygılıydım, telaşeliydim, sevinçliydim, korku doluydum… karmaşık duygular içindeydim zira…

Belki yarım saat sürdü yolculuğumuz, belki kırk dakika; güneş ardımızdaydı, lodos önümüzde, öylece çarşıya indik. Dükkanlar yeni yeni açılıyordu, mis gibi sıcak ekmek kokusu geliyordu Balcıların fırınından; hızlıca çıktık yanındaki merdivenlerden uçsuz bucaksız(!) okul bahçesine… Tek tük çocuklar vardı bahçede, siyahtı önlükleri benim gibi. Çocuk ahvalimle gördüğüm bir görkemli binaymış okul dediğin; bir koca kapı, sağlı sollu beş on basamak…

Besmeleyle açtı kapıyı Ali amca; bense şaşkın, dikildim yanında… Büyük gürültüyle açtığı kapıdan önce o girdi, sonra ürkek ben… Ortada çok büyük bir salon, dört bir tarafından kapıları salona açılan sınıflar sıralıydı. Hızlıca, birkaç soruyla öğrendiğim, öğretmenler odası, öğretmenler tuvaleti, müdür ve yardımcının odası sağ tarafta, sol cenahta ise küçük bir müstahdem odası mevcuttu… Ahşaptı her yer, çok yüksekti tavan, koca bir avize sarkmaktaydı tepeden…

Kendi odasına koydu beni. Hafif kekemeydi, “çıkma burdan” dedi, “dünden kalan birkaç yeri temizleyip geleceğim”.. Eski bir sandalye vardı cam kenarında, oturdum. Süpürgesini, küreğini, kovasını kaptı, kapıyı çekti, çıktı odadan.. Pencereye yakındım camdan baktım, bekledim… Birkaç kez girdi çıktı, kovayı küreği bıraktı, sonra tekrar aldı, sonra bir bez, birkaç çaput aldı, sonra tekrar bıraktı hepsini…

Dışarıda çocuklar toplanmaktaydı, ahşap zeminde ayak sesleri ve karşılıklı nazik “günaydın”lar artmaktaydı gittikçe… Hummalı bir hareket vardı dışarıda, herkes günlük telaşesindeydi, bense kaygılı…

Ali amca bir kez daha girdi odaya, saplı zili aldı, “sen bekle” deyip çıktı yine. Pencereden bahçenin ön kısmı görünüyordu. Zil sesini duydum önce koridorda, sonra bir çocuğun elinde bahçede… Bir sağa bir sola koşuşturuyor, bir yandan sallıyordu hararetle… Merdivenlerin önünde toplandı herkes, ikişerli sıra oldular sınıf sınıf, kollarını uzatıp hiza mesafe aldılar sonra. Öğretmenler vardı şık giyimli, kimi arkalarında durdu, kimi arasında çocukların.

Rahat, hazrol çekti biri, sonra “Günaydın” dedi tok sesiyle müdür (Refik Çıkrık)… Bir süre konuştu, kuralları anlattı, adab-ı muaşeretten söz etti, tembihledi, azarladı birkaç büyük çocuğu… Sonra biri bağıra çağıra, tane tane okudu, hep bir ağızdan tekrarladı diğerleri.. “Türküm, doğruyum, çalışkanım, yasam küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak”…. Sonra sırayla, tek tek çıktılar merdivenlerden ve koşuşturdular sınıflarına. Gürültü had safhadaydı, kesif bir ıslak toz kokusu yayıldı salondan…

Tekrar bir daha zil çalıp telaşe bitmiş, öğretmenler sınıflarına girip tüm kapılar kapanmış, sulh olmuştu ki ortalık, son kez girdi içeri Ali amca…

“Gel” dedi, tuttu elimden şefkatle… Tam karşımızdaki sınıfın kapısında durdu, ilikledi önünü, çaldı kapıyı… Bekledi, içeriden “geel” sesini duyuncaya kadar bekledi. Birlikte girdik… Öğretmen masasındaydı, Ali amca yaklaşıp birşeyler söyledi, sonra başımı okşayıp çekti kapıyı ve çıktı… Öylece kalakalmıştım kapı dibinde, sıralara baktım ikişerli oturmuştu herkes, önlerinde defterleri açıktı. Sevimli de bakıyorlardı doğrusu… Tanıyamadım hiç birini. Öğretmen, bir kadındı, sapsarıydı ve kıvırcıktı saçları. Tırnakları da boyalıydı, dudakları da ihtimal. Bir süre önündeki defterle ilgilendi, yüzüme bakmadan “geç otur evladım, boş bulduğun bir yere iliş” dedi. Ses etmedim, yürümedimde, öylece baktım sadece… Bir süre geçti böyle, garip bir hayal kırıklığım vardı izah edemediğim, dün gece sabaha kadar hayal kurup düşüme soktuğum okul, bu muydu diyordum içimden.. Tekrar etti öğretmen, sesini yükselterek ” Geçsene oğlum, ne bekliyorsun”, yüzüme bakmadı yine…

Ani bir kararla fırladım koridora, kapattım ardımdan koca kapıyı… Ali amcanın odasına daldım nefes nefese. Telaşlandı, “Ne oldu, niye geldin” deyiverdi.

“Orda bir kadın var” dedim, “e öğretmenin o senin” dedi. “Sevmedi beni” dedim. “Hem kadından öğretmen olur mu?, beni başka bir sınıfa götür” dedim, gözlerim doldu… “Tamam ağlama sen, bakarız hal çaresine” deyip ayrıldı yanımdan…

Müdür odasına girdi, anlattı meramımı, bir süre kaldı orada. Bense araftayım. Kaçıp gidesim var ya; defter, kitap, okul, okumak, yazmak, öğrenmek, bilmek, üretmek bunlara dair hayallerim ne olacaktı…

Neden sonra geldi Ali amca, bir şey söylemedi, tuttu elimden götürdü bir başka sınıfa.. Kapıyı çaldı aynı nezaketiyle.. Sınıfa girdik. Ben yine kapı dibindeydim, o yine öğretmene yaklaşıp anlatmaktaydı olan biteni. Bir çırpıda, sessizce, usulünce…

Sınıfa göz gezdirdim, ilk Kancanın Muhammedi gördüm tebessümleştik. Bu iyiye işaretti, başka çocukları tanıdım sevindim…

Ali amca kapıdan çıkarken, bana doğru yürüdü Hasan öğretmen. Kainatın tüm şefkati, merhameti, mütebessim yüzüne aksetmişti. Çömeldi önümde, tuttu omuzlarımdan, “demek sen, beni istedin; öğretmen, adamdan olur dedin ha”, sıcak sıcak gülümsedi. Hal diliyle sevdi, bağrına bastı küçücük beni…

“Adın ne senin” dedi. Mahcup halimle, kısık sesimle cevapladım, “Yusuf” dedim. “Herkes duysun” dedi, “yüksek sesle tekrar söyle bakalım”; tekrar ettim…

Elimden tuttu, sınıf tahtasının önüne getirdi, ismimle soy ismimle takdim etti arkadaşlarıma, ön sıralarda bir yer açtı cüsseme göre, oturttu beni…

Kıvandım, kaygılarım, korkularım gitti, hayallerim, tul-u emelim oturdu yerli yerine. Kafamdaki öğretmen profilinden çok daha fazlası önümdeydi ve küçücük yüreğimi de fethetmişti bir dakikada… Üstelik sınıfta tanıdıklarım da vardı, artık değmeyin di benim keyfime…

….

Bir çocuğun, ilkokulda iyi bir öğretmene denk gelmesi, ömrünün en büyük şansıymış derler.

Öğretmenimi kendim seçtim ben… Hasan Türk… Daha çok hikayelerini anlatacağım, ömrümün en yakışıklısı… Daha çok hallerini sıralayacağım, örnek olsun diye gençlere. Arkadaşlarımı anlatacağım her birini tek tek, Hasan’ı, Ömer’i, İbrahim’i, Dursun’u Fatma’ları, Emine’leri, Veysel’i,Fevzi’yi, İsmai’li hepsini…

İlk gününde nasıl fethedilir küçücük yürekler, son güne kadar nasıl sarıp sarmalanır; şefkatle nasıl yoğrulur genç dimağlar, bunu anlatacağım bilahare…

Ellerinden öpüyorum merhametin çok yakıştığı güzel insan. Ne mutlu öğrencin oldum, elinde büyüdüm ne mutlu…

Çocuklar ilkokul öğretmeninin karakterine bürünürmüş, bize ne mutlu …

Ömrün uzun ve bereketli olsun, sağlığın, saadetin daim olsun.

Yusuf Şevki Yücel

(yedişubatikibinyirmibir)

içine gönderilmiş