TEORİSİNİ BİLMEDEN YAPMIŞIM…

(içerik: eğitim-öğretim-1)

Çok defa başıma gelen benzer hadisedir ya, ben birini anlatacağım size…

İnegöl’de elektrik malzemeleri satan bir dükkana girdim. Hem fikir almak hem de ihtiyacım olan birkaç malzemeyi tedarik etmekti niyetim. Gençten bir çocuk vardı. Durumu anlatıp ihtiyacım olan malzeme listemi uzattım, fiyat çıkartmasını istedim. Alelusül baktı listeye, kabaca fiyatlar yazdı yanlarına, “375 e olur, hazırlayayım mı?”, dedi çocuk… Pazarlık yapmak istedim; “patron gelir şimdi, onunla konuşursunuz” diye başladığı cümlesini, “geldi işte” diyerek bitirdi. İriyarı, çakırgözlü, otuzbeş kırk arası yaşlarda biriydi gelen. Göz göze geldik, “hocammmm” deyip yapıştı elime, öpmek istedi, izin vermedim. Hayal meyal canlandı siması gözümde, isim se hiç gelmedi hatırıma… “Dörtçelik’ten, 99 Elektrik bölümü mezunuyum hocam, fizik öğretmenimizdiniz” diye sıralıyordu ki, hatırladım ismini. Birden söyleyince, kifayetsiz mutlu oldu farkettim. (Haddizatında isim hatırlama konusunda berbat bir hafızam vardı amma bir kez daha şaşırttı beni işte.) Kahve söyledi, yirmi yıl öncesini konuşmaya başladık…

“Hocam çok güzel ders anlatırdınız, dinlemeye doyamazdım” dedi, kıvandım, şöyle bir hoşuma gitti, gururum okşandı anlayacağın… ” yaa” dedim “peki ne hatırlıyorsun anlattıklarımdan”…

Düşündü “hiç hatırlamıyorum hocam, formuller, hesap- kitap, konu başlığı hiç birşey… Zaman zaman hikayeleştirğiniz şeyler vardı, onları hatırlıyorum. Uzayla ilgili bir hikayeniz dün gibi hatırımda mesela…

“Gözlerinizi kapatıp dinleyin beni, dinleyin ve anı yaşayın” demiştiniz… “Işık hızıyla hareket eden bir aracımız var ve sınıfça ona bindik, okulun bahçesinden gürültüyle havalandı aracımız ve hızla yeryüzünden yükselmeye başladık… Tamamı camdan yapılı aracımızdan her etrafı izleyebiliyoruz…” Işık hızı hesabıyla her saniye, her dakika, her saat geçtiğimiz yer ve mesafeleri anlatıyordunuz. Bizse gözlerimiz kapalı o aracın penceresinden hayal ediyor, yaşıyorduk anlattıklarınızı… Harekete geçtikten birkaç saniye sonra okulumuzun kibrit kutusu kadar göründüğünü, atmosfer dışına çıkarken, her bir tabakayı delercesine nasıl geçtiğimizi, ayın hep gördüğümüz yüzüne hayranlıkla bakarak geçerken, dünyamızın da o mesafeden nasıl güzel, nasıl ihtişamlı göründüğünü, kalkışımızdan sekiz dakika sonra güneş hizasına geldiğimizde, kaç milyon derecelik sıcaklığını iliklerimizde nasıl hissettiğimizi, her mesafeden tekrar dünyamıza bakarken gittikçe önce bir top, sonra bir ceviz sonra da nasıl bir nokta kadar küçüldüğünü, ışıkyılı mesafeleri geçtikçe, küçük ayı, büyük ayı, andromeda ve muhteşem güzellikteki diğer galaksiler arasından samanyolunda sessizce ve hızla yol aldığımızı, bin ışıkyılı, milyon ışıkyılı uzaklığa giderken nice yıldızlar, nice quasarlar, nice kara delikler gördüğümüzü lakin hala uzayın sonuna ulaşamadığımızı anlatıyordunuz. “Hadi hep birlikte dönüp dünyamıza bakalım” dediğinizde, bir toz zerresini görmekten irkildiğimizi, aslında şu kainatın azameti ve ihtişamı karşısında ne kadar aciz ve aslında hiç olduğumuzu gösterip bir süre tefekkürle beklettiğinizi, sonrasında aynı yollardan hızlıca okulumuzun bahçesine salimen indirdiğinizi, bu muhteşem yolculuğumuzu hiç unutmuyorum hocam…

Hatırladım, o devam etti…

“Bir başkası şöyleydi hocam; bir kış günü sınıfa girdiniz, yoklamayı alıp konu başlığını tahtaya yazdınız. Sonra “bütün sınıf pencerenin önüne toplansın” dediniz… Bir çırpıda cam kenarına üşüştük. Dışarıda öyle güzel, öyle nizamlı ve muhteşem kar yağıyordu ki, kimse gözünü ayıramıyordu. Her biri çay tabağı büyüklüğünde lâpa lâpa…

“İzleyin” dediniz, “sessizce izleyin”… Siz de izlediniz bizimle birlikte. Neredeyse yirmi dakika sürdü seyrediş… Karın ahengli yağışı mı sakinleştirdi, sessizlik mi bilmem ama öyle tarifsiz bir huzur kapladı ki içimizi, kimse bu sihirli atmosfer bozulsun istemedi… Sorular sormaya başladınız, gözlerinizi kar tanelerinden ayırmadan. “Kar taneleri birbirine değiyor mu?, neden değmiyor? Kar tanelerinin hızları nasıl?, biri diğerini geçiyor mu? ; Farkettiniz mi, bazı kar taneleri yukarı doğru savruluyor?, neden?….

Siz sordukça daha çok sokuluyorduk kar tanelerinin dünyasına, daha ilgiyle seyrediyorduk inişlerini…

Nihayet: “arkadaşlar, şimdi beni iyi dinleyin; bu dersimizde müfredatta 2.dönemin konusu olan “serbest düşme, yerçekimi ve limit hız” konusunu anlatacağım size…

Yüksekten serbest bırakılan cisimler, yerçekiminin etkisiyle hızlanır. Bu hız, zamanın karesi ile orantılı olarak her saniye artar. Aynı yükseklikten bırakılan bütün cisimler, aynı anda ve aynı hızla yere çarpar. Bu hız, kütleden bağımsızdır. Lakin, cisme hareketine ters yöndr etki eden havanın sürtünme kuvveti, onu yere çeken yerçekimi kuvvetine eşitlendiği anda cismin hızı sabitlenir. İşte buna “limit hız” diyoruz. Tepemizdeki bulutlardan serbest düşmeye bırakılan kar taneleri, havanın sürtünmesiyle limit hıza ulaşır ve o sabit hızla yere iner. Bu yüzden biri diğerine yetişemez, hatta anlık ta olsa hava sürtünmesi yerçekimini yener ve bir kar tanesi, aykırı olarak bir süre yukarı çıkar… Daha birçok detay anlattınız, o kar taneleri üzerine… İkinci dönem o konudan yazılı sınavda sorduğunuz soruları, tüm sınıf doğru cevaplamıştık”…

Daha çok şey konuştuk öğrencimle, hepsi güzel hatıralar…

Bu kısa sohbetten dersler çıkarttı öğretmen Yusuf Şevki Yücel ve bunca yıldan sonra anladı ki:

1.”Ne anlattığından daha mühimdir nasıl anlattığın ve ne yaptığından daha mühimdir nasıl hissettirdiğin”

2. “Fırsat eğitimi, müfredat kaygısından yeğdir.” Müfredatın kazası olur, fırsatın kazası olmaz.

3. “Just in time” her şey olması gerektiği anda oldu, oluyor, olsun…

Sağlıcakla kalın..

Yusuf Şevki Yücel

(onsekizocakikibinyirmibir)

içine gönderilmiş