ALİFİNOZLİ İLE HELALLEŞME..



Kısacık ömrünün her zaman diliminde, farklı bir sosyalleşme, değişik duygu geçişleri, ruhsal ve fiziksel paylaşımlar yaşar insan. Ve bunlara bağlı birçok hatıra, birçok tecrübe biriktirir. Her bir hatıra, kimi zaman küçük darbelerle, kimi zaman büyük travmalarla, geliştirir, değiştirir, olgunlaştırır insanı. Ya farkındasındır yaşadıklarına bağlı bu değişimin, ya da yıllar sonra çıkar ortaya aniden. Kimi olumlu, kimi olumsuz iz bırakır işte… Huy, karakter, ahlak dediğimiz seciye, milli, manevi değerler ve erdem, gıdım gıdım yerleşir böylece…

Zannımca, insan ömrünün en kıymetli, en muteber ve olgunlaştırıcı hatıraları, ergenliğin ilk evresi, yani ortaokul ve lise yıllarına ait olanlarıdır. O ruhsal dalgalanmaların, duygusal iniş ve çıkışların olduğu, o hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı yıllar…

Güzel çocuklardık biz; kendi halimizdeydik, merhametliydik, paylaşımcıydık, fedakârdık, vefalıydık, duygusaldık, yardımseverdik. Hem dindardık, okurduk, dinlerdik; hem sosyaldik, gezerdik, oynardık, eğlenirdik… Horonumuzu da oynardık, topumuzu da; camiyi de ihmal etmezdik, Kur’anı da… İyi çocuklardık biz, söz dinlerdik, itaat ederdik. Uslu çocuklardık biz, kayda değer yaramazlığımız yoktu ya, olsa da özrümüz cürmümüzden yüceydi….
…..

Yine bu güzel yıllar ve bir ramazan ayı… Mevsim yaz, muhtemel kiraz zamanı. İftar sonrası camideyiz, sonrasında teravih. Türlü muzipliklerle kısmen sabote edilse de mütemmim bir teravih… Sonunda, Kamil emicenin zıvanadan çıkıp küfür günah birilerini kovaladığı, firiş hocanın arka saflarda kikirdeyenleri azarlayıp camiden attığı bir teravih… Ardından sahura kadar dershanesinde sadece gençlerin kaldığı, değişik oyun, eğlence ve sohbetlerle tamamlayıp, avaz avaz boru vurup, Esmetin Osman abinin yanık ve mahur sesiyle, sahur selasını da okuyup dağıldığımız rutin bir ramazan gecemiz… Buradan da çok hikaye çıkar ya, ben başka bir anımı anlatacağım, esasen bu çağın çocuklarının ortak anısını…

İkindi ezanıyla birlikte toplanırdık Şehriyenin koruğunda. Mangana’ya yol yeni vurulmuştu ve meyilli de olsa genişçe bir alan oluşmuştu burada. Biz bu alanı şehir stadı(!) bellemiştik. Arazi şöyleydi tam olarak: yolun altında kestane ve gürgen ağaçları, yamuk yumuk komar ve sifin kafulları, yirmi metre kadar altında Lüvela’ya giden ve Mangana’ya viraj yapıp ayrılan yol, onun altında Paşa dedemin evi, onun altında istavir ırmağının devamı…. Arazi yamaç, arazi sıkıntılı bildiğin. Oyun alanımızın hemen devamında Kahriman dayının fındıklığı, devamında Havizaliların bahçeleri var. Yolun üstünde yine Şehriyenin ormanı devam ediyor. Eğim yirmi derece, oyun alanımız sa toplasan yüz metrekare… Saffetin kıranında vardı bir top sahamız, uzaktı. Çikoşoda, Paşanın düzünde vardı daha büyüğü, o daha da uzaktı…

İkindi ezan vakti toplanıyorduk her gün ve akşamdan oluşturduğumuz takımlarla hızlı bir turnuva yapıyorduk, iftara on kala bitmecesine. 5er kişiden oluşuyordu takımlar; 5 de devre 10 da tükenirdi… Öyle böyle değil, iddialıydı maçlarımız. Ferşat, Harun, Yüksel, (Metin-Ali- Feyyaz üçlüsüydü bildiğin) aynı takımdaysa favoriydi kesin. Harun’un çalımları ve kafa golleri meşhurdu, Ferşat abim hırs küpüydü, duran topların ustası… Hacalioğlu Yüksel, tam bir top cambazı, müthiş bir orta saha, Çerkez Selahattin, her mevkinin adamı, Anaga Osman, Kaspar Mustafa, olgun birer stoper, Havizalioğlu Nuri, kemik kıran defans, Çerkez Adnan müthiş kaleciydiler… Bütün bu ekibi bir de seveho düzünde görmeliydiniz siz… İsmail Akçay, Selağanın Hasan, Karahmetoğlu İbrahim, Muhammet Yakut, Mecitoğlu Yusuf (merhum) ve ben, futbol yeteneği bakımından alt kategorideydik onlara nisbetle.. Vehbi, Celal, Esmetoğlu İsmet, Karalioğlu Ahmet, Ali Galip kardeşim ve onun yaştaşları daha küçüktüler ve takviye olurlardı maçlarımıza. Bazen daha büyükler de katılırdı aramıza, Mecitoğlu Adil, Ahmet abim, Hutuli, Bekir hocanın Hasan, Celal Aşık (merhum abim), Karalinin Ömer, Mustafa vs… Çok katıydı kurallarımız, penaltılarımız, faul atışlarımız, sarı ve kırmızı kartlarımız kusursuz işletiliyordu. Topu ormana atan ya da ırmağa yuvarlayan, kendisi alıyordu üşenmeden…. Genellikle Ferşat abimin başlattığı, Karahmetoğlu İbrahim’in alevlendirdiği münakaşayla tatil olsa da müsabakalar, çok ama çok eğleniyorduk doğrusu…

Bütün bu eğlencemizi sabote eden biri vardı; aniden ortaya çıkar, taca ya da avuta giden topu ele geçirir, feryat figan bağırıp çağırır, beddua eder, topumuzu orağıyla kesmek üzere hamleler yapar, nitekim günümüzü zehir eder bir kadın…

Kahriman dayımın ikinci hanımıydı bu. Alifinozli halaydı lakabı, isminiyse hala bilmem… Kahriman dayı derdik biz, babaannemin abisine… Hanımı vefat ettikten sonra evlendi bu kadınla; Çaykaradan, Uzuntarla (Alifinoz) köyünden getirdi onu, altmış yaşın üzerindeydi geldiğinde. Çok sevdi onu dayım, iyi de anlaştılar. Yarenlik etti kendisine ahir ömründe. Kahriman dayı vefat ettikten sonra, yalnız kimsesiz kaldı bu hala. Esasen, yakın komşuları da, biz de hep sahip çıktık kendisine, herkes bir ucundan tuttu işlerinin, yardımcı oldu maddi manevi. Lakin huysuzdu işte… Top sahamızın sonundaki fındık bahçesinde saklanır, topumuz oraya gittiğinde çıngar çıkartırdı böyle… Neredeyse her gün yaşanmaktaydı bu durum. Uzakta olsa, akrabalığımız vesilesiyle bana düşerdi onu ikna edip topu almak. Yalvar yakar uzlaşırdım onunla….

Yine bir gün, aynı hararet ve motivasyonla oyunda- oynaştayız biz, yine sağdan bir orta yapıyor Hacalioğli Yüksel, vuruyor kafayı Harun Uzun, ters köşeye yatıyor Adnan ve Kahriman dayının fındık bahçesine yuvarlanıyor top. “Topu atan alır” kuralı vardı lakin, bu seferde topu Alifinozli hala yakalıyor, yine feryat figan, yine ateşli hararetli, yine bir elinde topumuz, bir elinde orağı, çıkageliyor huzura… Her birimize bağırıyor, beddualar edip yırtınıyor, herkesi tehdit ediyor orağıyla… Yine kimse cevap vermiyor, yine herkes saygıyla önüne bakıyor ve göz ucuyla işaret edip vazife veriyorlar bana…

Yaklaştım yanına lakin bu sefer sinirliyim. Aldım elinden orağını bir hamleyle, fırlattım gücüm yettiğince, ırmağa doğru… Diğer elinden de topu aldım, öylece kalakaldı… “Git şimdi, orağını bul ve git. Bir daha da buraya gelme” diye bağırdım. “Bak, bu köyde senin gibi bize zulmeden, beddua eden, bağırıp çağıran başka bir kadın var mı?. Ramazan günü, oruçlu halimizle burada eğleniyoruz ve ne sana, ne başka kimseye zararımız yok. Ve görüyorsun ki, bizim buradan başka oyun alanımız da yok. Bak, hiç birimiz senden korkmuyoruz, cevap vermeyişimiz, saygımızdan efendiliğimizden, bunu görmüyor musun? Yapma artık, hanım gibi davran, eziyet etme bize. Şimdi git bul orağını ve git evine” deyip gönderdim onu… Sustu, cevap vermedi, hayal kırıklığıyla birlikte yürüdü gitti…

O günden sonra hiç gelmedi top sahamıza Alifinozli hala, amma anneme şikâyet etti beni ilk fırsatta… Annem çok sitem etti, kızdı bana,” üzmeyeydin keşke” dedi, “gönlünü al” dedi, tembihledi…


Aradan yıllar geçti, bu süreçte hiç karşılaşmadık onunla…

Üniversite son sınıftaydım. Ağustos yirmileriydi ihtimal, çayır kesme vakitleri… Bir cumartesi günü, Kondualtına iniyordum ben ve önümsıra ağır aksak yürüyordu bir nene… Sırtında boş bir sepet, keşanıyla, kuşağıyla yıllar önceki halindeydi, tanıdım onu…

Selam verdim, geri çekildi, sağlam gözüyle baştan aşağı süzdü beni,” Alyekümselam” dedi… “Hacefendinin Yusuf ben,” deyip sarıldım boynuna… Hatırladı, öykündü, bir çırpıda yaptı sitemini: “sana hakkımı helal etmeyirum, sen ettun bağa o işi” deyip başını çevirdi… Tekrar sarıldım, “Hala, gel helalleşelim, özür dilerim senden. Geçmiş zaman, çocuktum, bilemedim; yapmayaydım eyiydi amma oldu bir kere. Affet şimdi. Ne istersen onu yapayım, gel helalleşelim” dedim…
Durdu, “tamam” dedi, “komun çayirini kesersan hakkımı helal edeceğum sana” dedi…
“Tamam” dedim, “yarın oradayım”…

Ertesi gün erkenden çıktım yola. 8 numara kerendimi, kalağımı, eğemi, çekicimi, örsümü alıp vardım Kahriman dayının Şafliya’daki komuna. Bildiğim ve çok kez biçtiğim çayırdı burası… Bir dönümden fazlaydı evden yukarısı, bir o kadar da aşağıda vardı… Giriştim hemen; soluksuz, duraksız çalıştım ve iki günde bitirdim bütün çayırı…
Tekrar sordum ayrılmadan : “Helalleştik mi hala, helal ettin mi hakkını?” …
“Evet”dedi, “helal olsun”…

Çok ta minnettar ve memnun görünmüyordu Alifinozli hala. Gerçek duygusunu anlayamadım hal dilinden lakin önemsemedim, iç huzurum ve o cümleyi duymam daha mühimdi zira….

Yusuf Şevki YÜCEL
(yirmisekizşubatikibinyirmibir) 

içine gönderilmiş