HER EVE BİR TREN.

 trenfatma

 Disipliniyle, otoritesiyle nam salmış, Tren Fatma lakaplı bir öğretmen vardı İnegöl lisesinde yıllar önce çalışan. korkulu rüyasıydı kılık kıyafeti düzgün olmayan,disiplinsizliğiyle huzur bozan öğrencilerin. özellikle kız öğrenciler, bir çırpıda etek boylarını düzeltir, saçlarını toplar hizaya girerdiler Tren Fatmanın önünden geçerken saygıyla karışık yoğun korkuyla… Haşlardı alimallah gördüğünü, tek tük raslanan şeydi oysa koca okulda… Gel zaman git zaman Tren Fatma’nın hassasiyetleri vaka-i adiyeden oldu. Öyle ki, yadırgananlar disiplinsever öğretmen ve idarecilerartık…

Aslında hepimizin bir şekilde şahit olduğu; öğrencilerin uygunsuz, olumsuz, hayasız durumları normalleşti, kanıksandı, velhasıl kabullenilir oldu. Bu hususta azami gayreti olan bir yönetici olarak, tecrübe ve birikimimle konuya ahkam kesmek isterim…

Öğrencilerin sorumsuzluğu, kılık kıyafetlerindeki pejmürdelik ve davranışlarındaki seviyesizlik dikkatini çekiyor herkesin. Son yıllarda bu durum zıvanasından çıkmış durumda, evet…

Vaziyet gerçekten üzücü ve vahim.  Ancak, her toplumsal sorun karşısında beklenen, öğretmenlerin daha fazla gayret etmesi, okul müdürlerinin işi sıkı tutması oluyor. Ya da topyekun bir eğitim ihtiyacından söz ediliyor, tırnak içindelik cümlelerle…

Hepiniz haklısınız, vazifeyi üzerimize alıyoruz da, durum zannettiğiniz gibi değil. Zira, ne veli eski veli, ne toplum eski toplum, ne de sistem eski sistem…

“Eskiden öğretmenimizi yüz metre uzaktan görsek, önümüzü ilikler, yolumuzu değiştirirdik”, klasik cümlesini kullanmayanımız yoktur. Ebeveyn, çocuğunu kayıt için getirdiğinde okula, “Eti senin, kemiği bizim diye” sadist bir cümle de kurardı üstelik. Öğretmen, otoriteydi, evde yaramazlık yapana tehdit unsuruydu hatta. Baba da babaydı, anne de anneydi. Komşu da komşuydu, muhtar da muhtardı…

Öğrenci depresyona girmezdi, psikolojisi bozulmazdı, bir araba dayak yediğinde öğretmeninden. Baba da bilirdi ki, haksız değildi mutlaka ve “hem sever, hem döver”di öğretmen.

Ne olduysa dedeleri, nineleri evimizden çıkarttıktan sonra oldu. Baba babasına, anne kayınvalidesine gösterdiği şekliyle saygı görürdü çocuklarından. Bakkalı, berberi, kasabı bodosloma uyarırdı mahallede gördüğü uygunsuz hali. Bir olumlu mahalle baskısı vardı yani… Mahalle mahallelikten çıkalı, apartmana girenden çıkandan haberimiz olmadı ve biz samimiyetimizi kaybettik. Komşunun oğlunu kendi evladımız, kızını kendi kızımız göremez olduk.

Koca bir “NEMELAZIM” virüsü bulaştı hepimize. Yadırgamaz olduk küpeli, makyajlı kız çocuğunu, sokakta sigara içen serseri kılıklıyı uyarmaz olduk.

Yönetmeliklerde etek boyunun ne kadar olacağı açıkça zikredildiği halde, uyardığımız her öğrencinin annesinden fırça yedik. Şikayeti kale alındı, soruşturmalara tabi tutulduk..

“Kızımın eteğiyle uğraşacağına, eğitim öğretimiyle uğraşın”, diyordu anne; anlatamıyorduk esas eğitimin “Ahlak” eğitimi olduğunu. Baba, oğluyla karşılıklı sigara, içki içiyor, bunu çağdaşlık nişanesi olarak görüyordu da, “gerici” diye yaftalıyordu bizleri…

Okulun kız öğrencilerini, bayan öğretmenlere bölüştürmüştüm. Onlara annelik yapın, nasıl oturup kalkması gerektiğini, aşık olmanın, sevmenin zamanının ne zaman olduğunu, kılık kıyafet hassasiyetimizin nereden kaynaklandığını, örfümüzü, adetimizi, ahlaki gerekçelerini, anlatın onlara demiştim. Faydalı oldu…

“Ben kızımla arkadaş gibiyim” diyordu anne. “Ne münasebet” dedim. Onun arkadaşı çok, ama iyi bir ANNEye ihtiyacı var, ona annelik yapın, yapılması gerektiği gibi. Sabah evden çıkarken küpesiyle, makyajıyla, kısa eteğiyle, sarkık kravatıyla “kızım bu hal, öğrenci hali değil, bu şekilde seni okula gönderemem” demelisin. İkna edici olman için, anne olmalısın, arkadaş değil. Baba da baba olmalı, otoriter saygın, karakter sahibi. Öğretmen azarladığında, bir fiske vurduğunda çocuğuna,  haddini bildirmek için bir hışımla geldiği okula; halini öğrenmek için de gelmeli…

Amiri, bakanlığı da sahip çıkmalı kendi yazdığı yönetmeliği uygulayan okul müdürüne, öğretmenine…

“Sihirli Annem” le büyümüş “Hayat Bilgisi”, “Arka Sıradakiler”, “Pis Yedili” , “Okul”  “Yahşi Cazibe”gibi diziler ve filmlerle ile şapşala dönmüş ergeni, “Aşkı Memnu”  “Fatmagül’ün Suçu Ne” “Kurtlar Vadisi”ile iyice yoldan çıkmış, eskiden hayal bile etmeye cesaret edemediğimiz edepsizlikleri ulu orta faş eden sanal alemin çocuklarını görse bu gün, sadece kafayı yerdi Tren Fatma… Çaresiz kalırdı her halde; konuşmaları, kıyafetleri, yürüyüşleri ile dizilerden fırlamış gibi gezinen gençlerin karşısında… 

Akademik başarıya konsantre olmuş anne babalar, göz ardı ediyor kültürünü, töresini… Ve elden gidiyor Türk’ü üstün kılan Anadolu terbiyesi… Bu yüzden proaktif düşünmeli herkes, tutmalı bir ucundan. Sorgulamalı, takip etmeli, şikayet etmeli, bir şeyler yapmalı…

Buz dağının görünmeyen kısmı daha büyük. Beş on yıl sonra bu çocukların çocukları gelecek önümüze, düşünün o zamanki durumun vahametini…

Haklısın Şerif,

Her okula, her mahalleye, hatta her eve de birer Tren Fatma gerek.

içine gönderilmiş

Bir cevap yazın